Bu arastirmadan edinelecek muhtemel sonuclardan biri sudur : Eger dunyanin...
Eve vardığımda yüzümü bir gülümseme kapladı, elimde Çiçeklerle yatak odasına gittim ve Eşimi yatağın üstünde Ölü buldum. Eşim aylardır Kanser ile savaşıyordu ve ben Jane ile ilgilenmekten bunu fark etmemiştim. Fazla yaşamayacağını bildiği için, beni Oğlumun bana negatif tutumundan korumaya çalışmıştı . En azından Oğlumun gözünde iyi bir Eş olarak kalmamı istemişti.
hayata gülümseyin. Elbet vardır bunda da bir hayır. :))
Harika Bir Öykü..
Benim aklımda kalanda farklıymış ondan yarım gelmiş :) kadınla padişah değil kocası konuşuyormuş benim daha önceden okuduğum hikaye buna benziyordu ama tam olarak bu da değildi :) Padişahın işi Ne? diyeydiHakan alanyalı mısın?
http://www.yenialanya.com/%E2%80%98cenazemi-de-padisah-gelip-kaldirsin-makale,4252.html
gavur izmir :P :)
Biran sevinmiştim Alanyadan birilerini buldum sanıp :D
Hayırdır ? :)
"Eski bir Kızılderili sözü var, beyaz adam çok odun kesmek, kış çok çok soğuk olmak"
Paylaş paylaş, korkutmak istediklerimize anlatırız :g:D geniş kapsamlı araştırma yapacağım :D
O kadar geniş tutmasan da olur, belki bizde korkarız o zaman :gtamam nasıl isterseniz modum :PP
Bir gün Cengiz Han, tüm hanları toplamış, sağ yanına da eşini oturtmuş.
Cengiz Han, hanlarına;
”Ben Hanlar Han’ı Cengiz Han, hepinizin hanıyım”, eşini göstererek;
”bu da benim hanım” demiş.
İşte ”eşim” anlamına gelen ”hanım” kelimesi böyle ortaya çıkmış.
Cengizhan da diğerlerinin mi hanımıymış yani? (prt) :D
Gerçekliği yüksek bir durum. Eski Türk devletlerinde hükümdarlara Han, Bey, Beg deniyor.
Aslında kullanılan dilde böyle bir ekleyerek türeme yok ama bu ünvanlara -im eki ekleniyor.
Devlet liderlerinin eşlerine, önemli kadınlara Hanım, kızlarına Begüm diyorlarmış.
Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor.”
:)) :)) :))
O anda adamın yüzünü görmek - paha biçilmez :D
:)) Ya çeki alır almaz bankaya gitseydi :g
Leonardo DiCaprio Sıkıysa yakala filmini bilirmisin hocam.. :D Seni ona havale ediyoruz.. :P
Padişah gülmüş: "Bir kaz göndersem yolar mısın?"
"Hem de ciyaklatmadan."
Adam gülmüş. "Onu da sen bul..." :gEllerine sağlık Coulers79 güzel hikayeler paylaşıyorsun :D
Senin hikayeye mi denk gelmişiz? Bi eşekli hikayemiz bile olmadı biliyor mu sun? :D
Biri beni turuncuya boyasa, konu dışına bağlasa olma mı? PC'm cık olmaz diyor. :))
bu yıl ilk kez oy vercem (p) vermesemmi acep :PP (gyk)@hakanatik01 çok kızar sonra demedi demeyin :)
Nemrud'un yemişim ateşini diyen karınca, ninja Kanuni'ye ben hakkımı alırım diye malum olan karınca. :Do karınca neon olmasın :P
Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri bir dizi ortaçağ öyküsünün kahramanlarıdır. Bu öykülerin oldukça ünlü olmasına karşın, Kral Arthur'un gerçekte kim olduğu bilinmez. Günümüzde tarih yazarlarının çoğu, Arthur'un MS 500'lerde İngiltere'deki kabilelerden birinin başkanı olduğu görüşündedir. Kral Arthur'un Sakson istilacılara karşı çok büyük bir orduyu yönettiği sanılmaktadır. 8. yüzyılda yaşayan ilk Galli tarihçilerden Nennius, Arthur'dan söz eden ilk yazardır. Arthur'un savaştığı Saksonlar, çoğunlukla İskandinav ülkelerinden ve Almanya'dan geldiler. Birbirini izleyen Sakson grupları, Kuzey Denizi'ni geçip, İngiltere'ye giderek Britonlar'a saldırdılar ve bu topraklarda yerleştiler. Saksonlar'dan kaçan Briton ve Kelt gruplarının bir bölümü İngiltere'nin batı ve güneybatısındaki, bugün Galler ve Cornwall olarak bilinen bölgeye, ötekilerse Manş Denizi'ni geçerek Fransa'nın Bretanya bölgesine yerleştiler. Galler, Cornwall ve Britanya'da Arthur hayranlıkla anıldığı için onunla ilgili öyküler kuşaktan kuşağa geçti. Her öykü, bir öncekinden daha olağanüstüydü. Sonunda, Arthur gelmiş geçmiş en büyük kahraman durumuna geldi; birçok yiğit şövalyenin karşısında saygıyla eğildiği büyük ve iyi bir kral olarak tarihe geçti.
Arthur'un şatosu Camelot'un nerede olduğu hâlâ bir gizdir. İngiltere'de Camelot'un bulunduğu yer olduğu ileri sürülen altı değişik yöre vardır. Günümüzde Arthur'un kim olduğu ya da nerede yaşadığından çok İngiltere, Fransa ve hatta Almanya'daki köklü Kral Arthur öyküleri geleneği önem taşır. Nennius'un Arthur'dan ilk kez söz etmesinden sonraki 400 yıl boyunca Arthur hakkında başka bir şey yazılmadı. 12. yüzyılda Kral Arthur'la ilgili öyküler yaygınlaştı. İlk öyküler Latince yazılmıştı. Ama hemen sonra, ingiliz ve Fransız şairler, şiirlerinde Arthur'la ilgili öykülerden yararlandılar. 15. yüzyılda ingiliz yazar Thomas Malory, Arthur öykülerinin büyük bir bölümünü Arthur'un Ölümü (Morte d'Arthur; 1485) adlı kitabında topladı. 1948'de Türkçe'si de yayımlanan bu kitap, başlığının Fransızca olmasına karşın, İngilizce olarak kaleme alınmıştı ve 1485'te matbaada basılmış ilk İngilizce kitaplardan biriydi. 19. yüzyılda birçok insan ortaçağa ilgi duymaya başladı. Bir grup ünlü İngiliz şairi kendilerine göre yeniden yazdıkları Arthur öykülerinde Malory'nin kitabından esinlendiler. Bunların içinde belki de en çok tanınanı, Lord Alfred Tennyson'un The Idylls of the King (1859; "Kral Manzumeleri") adlı yapıtıdır. Alman besteci Richard Wagner de Arthur efsanelerinin kahramanlarını konu alan operalar yazdı. Parsifal, Tristram ve Isolde ile Lohengrin bunlar arasındadır. Kral Arthur'la ilgili çok sayıda çocuk kitabı da yazılmıştır.
Kral Arthur Efsanesi
Efsaneye göre Arthur henüz çocuk yaştayken Britonlar'ın kralı oldu. Babası Kral Uther Pendragon öldüğünde, şövalyeler kiliseye giderek, yeni bir kral bulmalarına yardımcı olması için Tanrı'ya yalvardılar. Kiliseden çıktıklarında kilise bahçesinde kocaman bir kaya gördüler ve kaya saplanmış bir kılıç vardı. Üzerinde altın harflerle kılıcı kim çekebilirse, onun kral olacağı yazılıydı. Bütün şövalyeler denedi, ama hiçbiri kılıcı yerinden kıpırdatamadı. Aylar sonra Kral'ın oğlu olduğunu sadece Merlin'in bildiği Arthur saplı olan kılıcı çekip çıkardı. Şövalyeler önce, henüz çocuk olan birinin kral olmasını istemediler. Ama Arthur bu efsanevi kılıcı kullanabilen tek kişi olduğu için kral oldu. Arthur daha sonra, İrlandalılar'ı yenmesi için yardım ettiği Carmalide kralının kızı Guinevere'yle evlendi. Arthur'un öğretmeni ve danışmanı, sihirbaz Merlin'in yaptığı yuvarlak masada her şövalyenin yeri vardı. Masa yuvarlak olduğu için hepsi eşit konumdaydı. En ünlü şövalyeler Sir Lancelot, Sir Gavvain, Sir Tristram, Sir Galahad ve Sir Perceval idi. Şövalyeler Camelot'tan çıkıp birçok serüvene at koşturdular; kötü şövalyeleri öldürüp, birçok güzel prensesi kurtardılar.
Sir Lancelot şövalyelerin en güçlüsüydü. Kral Arthur'u kendisine başkaldıran yeğeni Sir Mordred öldürdü. Savaşta yenilen Mordred ölürken Arthur'u başından kılıçla yaraladı. Arthur kendisinin de ölmek üzere olduğunu biliyordu. Sihirli kılıcını göle atması için Sir Bedivere'e verdi. Gölün kraliçesinin Athur'a vermiş olduğu bu kılıç Arthur ölünce geri verilecekti. Sir Bedivere bu güzel kılıcı atmak istemedi, sakladı. Ama Arthur Sir Bedivere'i tekrar tekrar göle gönderdi. Üçüncüsünde Sir Bedivere kılıcı göle attı. Sudan bir el çıkıp, kılıcı yakaladı ve havada üç kez salladı. Sonra kılıç suda kayboldu. Bundan sonra siyah başlıklar giymiş üç peri kraliçesi Arthur'u almak için kayıkla geldi. Arthur'u, bir gün geri döneceğine inanılan sihirli Avlon Adası'na götürdüler.
Kaybolmaya yüz tutmuş bu gölge oyununun metinlerini bari yaşattığın için teşekkürler @Serdar Yıldırım
Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; "Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Cenâb-ı Hakk’ın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâ'yı tanımakta bir mesele öğreteyim." deyip, çocuğun yanına geldi ve:Çok güzel bir hikaye. Gerçekten tabiatta yaratıcının izleri o kadar çok ki, köylerde Allah'a ulaşmak çok daha kolay oluyor.
-Evlâdım, Allahü teâlâ'yı bilir misin? buyurdu.
Çocuk:
-Kul nasıl sâhibini bilmez?" dedi.
-Hak teâlâ'yı ne ile biliyorsun?
-Bu koyunlarımla.
-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?
-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâ'dan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâ'yı, böylece bildim.
-Allahü teâlâ'yı nasıl bilirsin?
-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.
-Böyle olduğunu nasıl bildin?
-Yine bu koyunlardan.
-Nasıl?
-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allah'ın elbette kullarına benzemeyeceğini anladım.
Abdullah bin Mübârek:
-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? diye sordu.
Çocuk:
-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.
-Peki başka ne öğrenmişsin?
-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.
-Bunlar nelerdir? Ben bunları bilmiyorum.
-Gönül ilmi şudur ki, bana kalp verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti için eyledi ki, bu kalp ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek için eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeyi, O'ndan bahsetmeyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.
Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:
-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.
-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.